Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2012/107
Karar Sayısı : 2013/90
Karar Günü : 10.7.2013
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : İstanbul 5. Vergi Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 6.1.1982
günlü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinin, 10.6.1994
günlü, 4001 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un 13. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı
fıkrasının “Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili
davalarda verilen kararlar hakkında, bu kararların kesinleşmesinden sonra
idarece işlem tesis edilir.” biçimindeki son cümlesinin Anayasa’nın 2., 15., 35., 36. ve 125. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir.
I- OLAY
Aracı üzerine konulan ihtiyati haciz işleminin mahkeme
kararıyla iptal edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması üzerine karar
doğrultusunda haczin kaldırılması için idareye başvuran ancak itiraz konusu
kural nedeniyle talebi reddedilen davacının mahkeme kararı doğrultusunda
işlem yapılması için açtığı davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya
aykırılığı iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“Karar veren İstanbul 5. Vergi Mahkemesi’nce, davacı
tarafın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında yer alan “Ancak, haciz
veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar
hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” ibaresinin
Anayasa’ya aykırılık iddiaları yönünden dava dosyası incelenerek işin gereği
görüşüldü:
Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesine göre, bir
davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya
kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık savının ciddi olduğu kanısına
varırsa bu hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya yetkilidir.
Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin, Anayasa Mahkemesi’ne
başvurabilmesi için, elinde yöntemince açılmış ve görevine giren bir davanın
bulunması ve iptali istenen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir.
Uygulanacak yasa kuralları ise, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan
sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde
etki yapacak nitelikteki kurallardır.
Dava dosyasının incelenmesinden: davalı Sarıgazi Vergi
Dairesi Müdürlüğü’nün … vergi kimlik numaralı mükellefi …. A.Ş hakkında 2005
yılı ile ilgili vergi incelemesi yapıldığı, inceleme neticesinde tanzim
edilen 14.12.2010 tarih ve VDENR-2010/64,65 ve 66 Sayılı Vergi İnceleme
Raporlarının düzenlendiği, bu raporlarda önerilen tarhiyat ve ceza tutarları
dikkate alınarak İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı Mükellef Hizmetleri
Tahsilat Grup Müdürlüğünden 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü
Hakkında Kanunun 17. maddesi gereğince 18.468.749,02 TL ihtiyati tahakkuk
verilmesi ve aynı Kanunun 13/3. maddesi gereğince amme alacağının korunması
için davacı hakkında ihtiyati haciz kararı alınması için olur talep edildiği,
ayrıca davacıdan 6183 Sayılı Kanunun 9. maddesi gereği 17.01.2011 tarih ve
3112 Sayılı Yazı ile teminat istenildiği, Başkanlık Makamının 13.01.2011
tarih ve 2011/19 sayılı yazısı üzerine ihtiyati haciz kararının alındığı, bu
karar uyarınca da 18.01.2011 ve 154506 sayılı ihtiyati haciz tutanağı ile
davacının aracı üzerine haciz konulduğu, davacı tarafından … Plakalı aracın
üzerindeki haczin dayanağı 18.01.2011 tarih ve 154506 sayılı ihtiyati haciz
tutanağı ile uygulanan işlemin iptali istemiyle İstanbul 10. Vergi
Mahkemesinin E:2011/279 Esas sayısında dava açıldığı; işlemin yürütmesinin
durdurulmasının istenildiği, bu istemin 07.03.2011 tarih ve E:2011/279 sayılı
karar ile kabul edildiği, yürütmenin durdurulması yönündeki karara yapılan
itirazın da İstanbul Bölge İdare Mahkemesince reddedildiği, dava neticesinde
verilen 22.06.2011 tarih ve K:2011/1829 Sayılı karar ile de ihtiyati haciz
işleminin iptal edildiği, bu kararın temyiz edildiği ve temyiz sürecinin
henüz tamamlanmadığı, ayrıca asıl borçlu şirket hakkında yapılan tarhiyatın
ve kesilen cezaların iptali istemiyle İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 2011/190
ve 191 Esas sayılarında dava açıldığı, açılan davalar neticesinde verilen
24.01.2012 tarih ve K.2012/115-116 Sayılı kararlar ile yapılan tarhiyatların ve
kesilen cezaların iptal edildiği, bununla birlikte davacıdan teminat isteme
işleminin iptali istemiyle İstanbul 10. Vergi Mahkemesinin E:2011/280 Esas
sayısında dava açıldığı ve bu dava neticesinde verilen 22.06.2011 tarih ve
K.2011/1830 Sayılı karar ile teminat isteme işleminin de iptal edildiği, söz
konusu Mahkeme kararları doğrultusunda işlem yapılması ve bahsi geçen araç
üzerindeki haczin kaldırılması istemini haiz 17.10.2011 ve 122357 kayıt
numaralı başvurunun reddine dair 28.11.2011 ve 77068 sayılı işlemin davacıya
07.12.2011 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine süresi içerisinde bakılan
davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kararların
Sonuçları” başlıklı 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “Danıştay, bölge
idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin
durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin
işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde
kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya
ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında,
bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” hükmü yer
almaktadır.
Dava konusu olayda, uyuşmazlığın çözümü için 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan
“Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen
kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis
edilir.” kuralının uygulanması gerekecektir. Fakat, yapılan değerlendirme
neticesinde, bu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
ANAYASAYA
AYKIRILIK SEBEPLERİ:
A. ANAYASANIN 2. MADDESİ
YÖNÜNDEN
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk
devleti olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı
denetimine açık olan devlettir. (Anayasa
Mahkemesinin 20.5.2010 tarih ve E:2009/34, K:2010/72 sayılı kararı)
Kişilerin, devlete güven duymaları, maddî ve manevî
varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden
yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk
düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk
güvenliği, kişilerin, hukuk düzeninin koruması altındaki haklarını elde
etmeleri için gereken her türlü önlemin alınmasını zorunlu kılar. Ayrıca,
Devletin, yargı denetimini yaygınlaştırarak adaletin gerçekleştirilmesini
sağlaması hukuk devleti ilkesine yer veren Anayasa’nın 5. maddesinin de bir
gereğidir. (Anayasa Mahkemesinin 20.5.2010 tarih
ve E:2009/34, K:2010/72 sayılı kararı)
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında yer alan “Ancak, haciz veya ihtiyati haciz
uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların
kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” hükmü, hukuk düzeninin
koruması altında bulunan kişilerin hukuki güvencelerini zayıflatmaktadır.
Devletin, yargı denetimine tabi tutulmuş ve yine yargı organlarınca hukuka
aykırı olduğu yönünde karar verilmiş bir işlemi uygulamaya devam etmesi,
hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Hukuka aykırı olduğu ileri
sürülerek açılan bir dava ile ilgili verilen yargı kararlarının
kesinleşmesine kadar uygulanmaması, davayı açan ve lehine karar verilen
kişiye ait hakkın teslimini engellemektedir. Hukuk devletinde ise adaletli
bir hukuk düzeninin kurulması ve sürdürülebilmesi temel amaçtır. Yine hukuk devleti
ile hukukun temel kılınması, idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolunun açık olmasının temel amaçların birisi de, hukuka aykırı olduğu
gerekçesiyle iptal edilen bir işlemden dolayı kişilerin daha fazla zarar
görmemesi ve menfaatlerinin ihlal edilmemesidir.
Ayrıca, hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz şartlarından
biri de, kuvvetler ayrılığı prensibidir. Bu prensip gereği, yasama, yürütme
ve yargı erkleri arasındaki dengelerin bozulmaması gerekmektedir. Ancak,
hukuka aykırı olduğu yönünde karar verilen işlemin halen yürürlükte olması
ile yargı kararlarının idare tarafından işlevsizleştirilmesi, yürütmenin
yargı karşısında üstün bir konuma taşınması sonucunu ortaya çıkaracaktır.
Halbuki, anılan yasa hükmüyle yürütmenin yargı kararlarını uygulamaması,
kuvvetler ayrılığı prensibine dayalı bir hukuk devletinde mümkün olmamalıdır.
Bu çerçevede, anılan yasa hükmünün Anayasanın 2.
maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesine aykırılığı sebebiyle iptali
gerekmektedir.
B.
ANAYASANIN 15. MADDESİ YÖNÜNDEN
Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının
durdurulması” başlıklı 15. maddesinde “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna
uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler (Değişik: 7.5.2004-5170/2 md.)
dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” hükümleri yer
almaktadır.
Bu hükümler, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının
hangi hallerde nasıl durdurulacağını açıkça ortaya koymaktadır. 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer
alan “Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda
verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem
tesis edilir.” hükmü ise, hukuka aykırı olduğu gerekçesini haiz yargı kararı
ile iptal edilmiş bir işlemin uygulanmasına devam edilmesi sonucuna neden
olmakta, böylelikle, ancak savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü
hallerde ve sadece durumun gerektirdiği ölçüde kısmen veya tamamen
durdurulabilecek olan temel bir hakkın, yani mülkiyet hakkının durdurulması
durumu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, anılan yasa hükmünün Anayasanın 15.
maddesine de aykırılığı sebebiyle iptali gerekmektedir.
C. ANAYASANIN 35. MADDESİ
YÖNÜNDEN
Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı İkinci
Kısmının İkinci Bölümünde yer alan “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesinde;
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı
amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 1 nolu Protokol’ün
“Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin
mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir
kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun
bırakılabilir.” şeklindeki hükümle mülkiyet hakkı, Sözleşmenin koruma
şemsiyesi altına alınmış, kapsam ve sınırları belirlenmiştir.
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkı birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olup, bireye emeğinin karşılığına
sahip olma ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir
haktır. Devlet mülkiyet hakkına ancak kamu yararı amacıyla ve kanuna uygun
olarak müdahale edebilir.(Anayasa Mahkemesinin
12.1.2012 tarih ve E:2011/23, K:2012/3 sayılı kararı)
İdarenin haciz veya ihtiyati haciz uygulamalarının,
kişilerin malvarlıkları üzerinde etkilerinin bulunduğu açıktır. Yasalarla
idareye verilen haciz veya ihtiyati haciz uygulama yetkisi sınırsız değildir.
Ancak yasalarda öngörülen şartların gerçekleşmesi halinde bu yetkinin
kullanılabilmesi mümkündür. Dolayısıyla, haciz veya ihtiyati haciz
işlemlerinin iptali istemiyle açılan dava neticesinde verilen karar ile
yasalarda öngörülen şartların gerçekleşmediği veya işlemin açıkça hukuka
aykırı olduğu sonucuna varılması karşısında, haciz veya ihtiyati haciz
uygulamalarının devam etmesi halinde Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkının ihlali söz konusu olacaktır.
Sonuç olarak, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “Ancak, haciz veya ihtiyati
haciz uygulamalar ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu
kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” hükmü,
kişilerin temel hakkı olan mülkiyet hakkının kullanılmasını engellediğinden,
bu hükmün Anayasanın 35. maddesine de aykırılığı sebebiyle iptali
gerekmektedir.
D. ANAYASANIN 36. MADDESİ YÖNÜNDEN
Anayasanın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmü yer
almaktadır.
Anayasamızda yer alan adil yargılanma hakkı, hukuk
devletinin egemen olduğu toplumlarda yer alan bireylerin en önemli
haklarından biridir. Bu hakka sahip olan bireyler, gerek yargılama esnasında
gerek yargılama neticesinde verilen yargı kararlarının uygulanması sürecinde
adaletin tecelli etmesini isterler. Yargılamanın devam ettiği süreç
içerisinde, hukuka uygun adil bir kararın verilmesi için gerekli koşulların
oluşturulmasını sağlamak kadar, yargılama neticesinde verilen kararın
gecikmeksizin uygulanmasını sağlamakta hukuk devleti olmanın bir gereğidir.
Yargılama, aynı zamanda bireylerin hak arama mücadelesinin zeminidir.
Bireylerin haklarının ihlalinin kim tarafından yapıldığının esas olarak bir
önemi yoktur. Dolayısıyla bu ihlali gerçekleştirenin idare olması, adil
yargılama hakkının gölgede kalmasına hukuki bir gerekçe olamaz.
Yargılamayı yapan mahkeme tarafından verilen kararın
dikkate alınmaması, bu kararın kesinleşmesine kadar beklenilmesi adil
yargılanma hakkının açıkça ihlalidir. Bu durum, aleyhine karar verilen
idareye birey karşısında haksız bir üstünlük sağlayacaktır ki, adil
yargılamanın temel şartı olan tarafların eşitliği, yargılama daha başlamadan
bozulmuş olacaktır.
Sonuç olarak, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “Ancak, haciz veya ihtiyati
haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu
kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” hükmü ile,
hakkında haciz veya ihtiyati haciz kararı alınıp uygulanan kişilerin işleme
karşı yargı yoluna başvurmaları neticesinde işlemin yürütmesinin durdurulması
veya iptal edilmesi, kısacası kendisinin haklı, idarenin haksız, işlemin de
hukuka aykırı olduğu sonucuna varılması durumlarında dahi bu kişilerin
mağduriyetleri devam edecek, dolayısıyla kişilerin temel hakkı olan adil
yargılanma hakkının kullanılması engellenmiş olacağından, bu hükmün
Anayasanın 36. maddesine aykırılığı sebebiyle iptali gerekmektedir.
E.
ANAYASANIN 125. MADDESİ YÖNÜNDEN
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmekte, aynı Anayasanın 125.
maddesinin birinci fıkrasında da, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolu açıktır.” denilmektedir.
Hukuk devleti, kişiye tüm hak ve özgürlükleri tanıyıp,
bunlara saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve
bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve
Anayasa’ya uyan bir devlet, demektir.
Hukuk devletinin dayandığı hukuki temellerden birisi ve
belki de en önemlisi idarenin hukuka bağlılığının sağlanmasıdır. Bu da ancak
İdarenin, İdare Hukuku sahasında tesis ettiği işlem ve eylemlere karşı İdari
Yargı yolunun, Özel Hukuk hükümlerine göre yaptığı faaliyetlerine karşı ise
Adli Yargı Yolunun açık tutulmasıyla mümkün olabilir.
Anayasanın 125. maddesinin
birinci fıkrasındaki “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolu açıktır.” hükmü, hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Ancak, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.maddesinin (1) numaralı fıkrasında
yer alan “Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda
verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem
tesis edilir.” hükmü ile, hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar
verilen yürürlükteki işleme karşı, mahkeme tarafından verilen kararın
kesinleşmesine kadar yargı yolu kapalı olacaktır. Bu durumda, haciz veya
ihtiyati haciz uygulamalarına ilişkin yargı yolunun açık olması sadece şekilden
ibaret olacaktır.
Bu nedenle, itiraz konusu kuralın, Anayasanın 125. maddesinde yer alan, idarenin her
türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolunun açık olduğu hükmüne aykırı olduğu
kanaatine varılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Anayasanın 152/1. maddesi uyarınca; 2577 sayılı Kanunun 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer
alan “Ancak, haciz veya ihtiyati haciz
uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların
kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” ibaresinin
iptali istemiyle dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesine ve anılan yasa
hükmünün iptalinin istenilmesine, dava dosyasının tüm belgeleriyle onaylı
suretinin dosya oluşturularak karar aslı ile birlikte Anayasa Mahkemesine
sunulmasına, iş bu karar aslı ile dosya suretinin yüksek mahkemeye
tebliğinden itibaren beş ay beklenilmesine, beş ay içinde netice gelmezse
mevcut mevzuata göre dosyanın görüşülmesine, 18.06.2012 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
2577 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren “Kararların
sonuçları” başlıklı 28. maddesi şöyledir:
“1. (Değişik:10/6/1994-4001/13
md.) Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa
ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare,
gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre
hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.Ancak,
haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar
hakkında, bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.
2. (Değişik: 2/7/2012 -
6352/58 md.) Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda
hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama
giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği
banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada
belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen
süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve
icra olunur.
3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi
mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan
hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi
tazminat davası açılabilir.
4. Mahkeme kararlarının (otuz) (1) gün içinde kamu
görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine
dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de
tazminat davası açılabilir.
5. Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının
idareye tebliğinden sonra bu kararlara göre tespit edilecek vergi, resim,
harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece
mükellefe bildirilir.
6. (Değişik: 2/7/2012 -
6352/58 md.) Tazminat ve vergi davalarında idarece, mahkeme kararının tebliğ
tarihi ile ödeme tarihi arasındaki süreye 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre
belirlenen tecil faizi oranında hesaplanacak faiz ödenir. Ancak mahkeme
kararının davacıya tebliği ile banka hesap numarasının idareye bildirildiği
tarih arasında geçecek süre için faiz işlemez.”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 15.,
35., 36. ve 125. maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü
hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet
ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM,
Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI,
Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve Zühtü ARSLAN’ın katılımlarıyla 3.10.2012 günü yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Hamit YELKEN tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında itiraz konusu kuralla, idarenin tek
taraflı iradesiyle tesis edilen ihtiyati haciz ve haciz işlemlerinin, idari
yargı yerlerince hukuka aykırı bulunarak iptal edilmesine rağmen bu
kararların gereğinin yerine getirilmeyerek söz konusu hukuka aykırı
uygulamaların kararın kesinleşmesine kadar devam etmesine olanak tanındığı,
bu durumun Anayasa’nın 2., 15., 35., 36. ve
125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2577 sayılı Kanun’un 28.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinde, Danıştay,
bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin
durdurulmasına ilişkin kararlarının, kesinleşmesi beklenmeksizin ve en geç
otuz gün içinde uygulanacağı belirtilmiş, itiraz konusu üçüncü cümlesinde ise
bu kurallara bir istisna getirilerek haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları
ile ilgili davalarda verilen kararların kesinleştikten sonra uygulanacağı
hükme bağlanmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk
devleti olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti,
eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan devlettir.
Kişilerin, devlete güven duymaları, maddi ve manevi
varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden
yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk
düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün
sağlanabilmesi için ise devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı
denetimine açık olması gerekir. Nitekim, Anayasa’nın
125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “İdarenin her türlü
eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilmek suretiyle bu
husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak, hukuk güvenliğinin ve
hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı
yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından
verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Bir işlemin hukuka
aykırı olduğu yapılan yargısal denetim neticesinde tespit edilmesine rağmen
işlemin iptali yönündeki yargısal kararın uygulanmaması, devletin işlem ve
eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira, hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece
hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla
ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.
2577 sayılı Kanun’un 28. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinde, “Danıştay, bölge idare
mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına
ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye
veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye
tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” kuralına yer verildiği,
dolayısıyla idari işlemlere ilişkin mahkeme kararlarının gecikmeksizin
uygulanması prensibinin yasal düzeyde de benimsendiği görülmektedir. Ancak,
itiraz konusu kuralda, bu prensibe bir istisna getirilmiş, ihtiyati haciz ve
haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında ancak
kararın kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceği belirtilmiştir.
Buna göre bir kamu borçlusunun malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin
hukuka aykırı bir haciz veya ihtiyati haciz işlemiyle sınırlandırılması
nedeniyle mahkemelerce işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması kararı
verildiğinde, bu karar uygulanmayacak ve kararın kesinleşmesine kadar
idarenin tek taraflı iradesiyle tesis ettiği hukuka aykırı işlem varlığını
sürdürecektir.
Bu yönüyle itiraz konusu kural, idarenin tüm işlem ve
eylemlerine karşı yargı yolunun açık olması yolundaki anayasal hükmü etkisiz
hâle getirerek bireyin hukuk güvenliğini açık şekilde zedelemekte ve yargısal
denetim aracılığıyla hukukun üstünlüğünün sağlanması amacına zarar
vermektedir.
Hukuk devletinde kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin
sağlanması ve korunması esas olduğundan, kişilere etkili hak arama imkânı
sağlayan güvencelerin de tanınması gerekmektedir. Bu
çerçevede Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin
birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, herkese,
adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme imkânı sağlanmış,
böylece kişilerin hukuki güvenlikleri etkin bir koruma mekanizmasına
kavuşturulmuştur.
Anayasa’nın 125. maddesinin beşinci fıkrasında ise idari
işlemin uygulanmasıyla telafisi güç veya imkânsız zararların doğacağı
durumlarda, mahkemelere yürütmenin durdurulması kararı verme yetkisi
tanınarak kişilere hak arama özgürlüklerini daha etkili biçimde kullanabilme
olanağı sağlanmıştır.
İtiraz konusu kuralla, haciz ve ihtiyati hacze ilişkin
idari işlemlerin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının
derhal uygulama zorunluluğunun ortadan kaldırılması, kişilerin telafisi
imkânsız veya zor zararlarla karşılaşmalarına yol açacak niteliktedir. İdari
yargıda yürütmenin durdurulması kararıyla güdülen amacın kişilerin hak arama
özgürlüklerini daha etkili biçimde kullanabilmelerini sağlamak olduğu
gözetildiğinde, böyle bir durumun yürütmenin durdurulması kararlarıyla
gerçekleştirilmek istenen hukuksal yararı olumsuz yönde etkileyeceği ve hak
arama özgürlüğünü zedeleyeceği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 2., 36. ve 125.
maddelerine aykırı bulunarak iptal edildiğinden Anayasa’nın 35. maddesi
yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
VI- SONUÇ
6.1.1982 günlü, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinin, 10.6.1994 günlü, 4001 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun’un 13. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasının “Ancak,
haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar
hakkında, bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” biçimindeki
son cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 10.7.2013 gününde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
|