“LÜZUM ÜZERİNE” VERİLEN BEYANLARA KARŞI DAVA AÇILMASI MÜMKÜN MÜ?
Gelir İdaresi ile
Mükellefler arasında zaman zaman fikir ayrılığı doğması işin doğası gereğidir.
Bu gibi durumlarda, taraflar arasında ihtilaf yaşanan kısımların ihtilaf
yaşanmayan kısımlardan ayrıştırılması, böylece ihtilaf yaşanan kısma ilişkin
işlemin ayrıca yürütülmesi pratik ve yararlı bir çözüm olarak görünmekle
birlikte Vergi Usul Kanununda (VUK) bu “çözüm yoluna” ilişkin bir düzenleme
yapılmamıştır.
Somut ifade ile,
Gelir İdaresi bazen, “kayıtlarından şu şu faturaları çıkar KDV iadeni al” veya
“şu şu makbuzlara ilişkin stopaj iade talebinden vazgeç, gerisini yapalım”
demek durumunda kalabiliyor. İşte bu gibi durumlarda, mükelleflerin alacağın
ihtilafsız kısmına ulaşmak için verdikleri düzeltme/pişmanlık beyanları veya
feragat dilekçeleri VUK bakımından diğerlerinden ayrışmıyor. Keza, buna benzer
şekilde, bazen Gelir İdaresi, mükelleflerden fatura düzenlemelerini, buna göre
beyanname vermelerini de isteyebiliyor. Bu gibi durumlarda da mükellefler
tarafından yapılan “rızai beyanlar” VUK’un mükellefin kendi beyanına karşı dava
açamayacağını öngören 378. Maddesi hükmü çerçevesinde kalıyor.
Bu konu zaman zaman,
“mükellefler düzeltme/pişmanlık beyanlarını ihtirazi kayıtla yapabilirler mi?”
başlığıyla da tartışıldı. Ama konunun çerçevesi bunu aşıyor, konunun “mükelleflerin,
idarenin yönlendirmesi, talimatı, talebi, baskısı altında görünüş rızai ama
özünde metazori şekilde gerçekleştirdikleri işlemlere ilişkin hangi hukuki
korumaya sahiptirler?” başlığıyla tartışılması lazım. Keza, bu konu Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok önemsediği “kişinin kendi aleyhine delil
üretmeye zorlanamaması” ilkesiyle de yakından ilişkili. Kişileri, dava
açamayacakları, bir daha düzeltemeyecekleri yollara girmeye zorlamak açıkça
hukuka aykırı elbette. Bu durum bazen baskı, bazen ikna, bazen hatalı
bilgilendirme ile de yapılabiliyor. Önemli olan vergi hukukunda çıkmaz
sokakların yaratılmaması.
Sonuçta, bu
uyuşmazlığın özünü “mükelleflerin kendi çıkarları aleyhine ama görünüşte rızai
olarak yaptıkları beyan, başvuru, talep vb. işlemlerin iptali için dava açıp
açamayacakları –bu işlemlerin düzeltilmesini talep hakkı her halukarda vardır-
konusu oluşturuyor.
Gelir
İdaresi Başkanlığı; “VUK
Md. 378’in “Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden
tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait
hükümleri mahfuzdur.” hükmünün açık olduğunu, hükmün açık lafzına bağlı
kalınması gerektiğini, diğer bir ifade ile düzeltme beyannamesine ihtirazi
kayıt konulamayacağını, kendiliğinden verilen beyannamelere karşı dava
açılamayacağını” savunuyor.
Mükellefler
ise; “Kanun hükmünün, mevcut ihtiyacı karşılamakta yetersiz kaldığını, iade
talebinde ihtilaflı ve ihtilafsız kısımların ayrıştırılarak her iki grup için
ayrı bir yolun izlenmesinin hem hukuka ve hem de mantığa uygun olduğunu, bunun
aksinde direnilmesi için bir neden bulunmadığını, iadesine kavuşmak isteyen
mükellefin zor durumundan yararlanılmasının hukuk devletine uygun düşmediğini, İdarece
yönlendirilen, şart koşulan bu beyanların mutat rızai beyanlardan
ayrıştırılması ve Kanunda açıkça düzenlenmesinin zamanının geldiğini” savunuyorlar.
Yargı Kararı ve Uyuşmazlığın Akıbeti
İlk uyuşmazlık konuları,
“düzeltme/pişmanlık beyanlarına ihtirazi kayıt konulabilir mi?” başlığıyla
yaşandı ve bu konuda her iki yönde kararlar çıktı. Bugün itibariyle baskın
görüşün düzeltme/pişmanlık beyanlarına ihtirazi kayıt konulamayacağı yönünde
olduğunu söylemek mümkün.
Ancak, İdarenin
düzeltme/pişmanlık ve ihtirazi kayıt uyuşmazlığında kazandığı cepheyi
genişletmeye başlaması sonrasında bazı Danıştay kararları, mükelleflerin kendi
aleyhlerine vermek durumunda kaldıkları beyanların VUK Md. 378 kapsamında
değerlendirilemeyeceği kararları da verdiler.
Sonuçta, uygulamada var
olan ama Kanunda düzenlenmeyen bu konu şimdilik yargı kararların rehberliğinde
ilerliyor ve her bir durum kendi çözümünü üretiyor. Bu konuda, aklın yolu Gelir
İdaresi ile mükellef arasında ortaya çıkan bir anlaşmazlıkta ihtilaflı olan ve
olmayan konuların rızaen ayrıştırılmasına olanak tanıyan bir düzenleme
yapılmasından geçiyor. Ancak, bu yapılana kadar, mükelleflerin İdarenin
yönlendirmesi ve zorlamasıyla verdikleri beyanları ile bağlı olmamaları
gerektiği hususu evrensel hukuk kuralı olarak geçerliğini sürdürmeli.
İndir