SAHTE BELGE BORCUNDAN, 4811 S. KANUNDAN YARARLANAN AMA BORCUN KESİNLEŞMESİNE NEDEN OLAN SORUMLUDUR
SAHTE BELGE
KULLANIMINDAN KAYNAKLANAN BORÇTAN ÖTÜRÜ SAHTE BELGEYİ ALARAK KAYITLARA İNTİKAL
ETTİRDİKTEN SONRA KANUNİ TEMSİLCİLİKTEN AYRILANLAR DEĞİL BU BORÇ İÇİN 4811
SAYILI KANUNDAN YARARLANAN AMA BORCU ÖDEMEYEREK KESİNLEŞTİREN KANUNİ TEMSİLCİ
SORUMLUDUR
Danıştay 9. Daire
21.12.2009 gün, 2008/1621 E., 2009/5105 k., sayılı kararı ile davacı mükellefin, kanuni temsilcilikten ayrıldığı
tarihten sonra yapılan vergi incelemesi sonucunda, davacının kanuni temsilci
olduğu dönemlerde sahte fatura alarak kayıtlara intikal ettirdiği, bu suretle
vergi ziyaına sebebiyet verdiği tespiti ile tarh edilen ve yeni kanuni temsilci
tarafından 4811 sayılı Yasadan yararlanılması ve ödenmemesi suretiyle
kesinleşen ancak borçlu şirketten tahsil edilemeyen vergi ve cezaların ödenmesinden,
eski kanuni temsilcinin sorumlu tutulamayacağına hükmetti.
Vergi Mahkemesi
açılan davayı “dosyanın incelenmesinden adı geçen şirket adına
tarh edildiği, cezalı katma değer vergilerinin dava konusu edildiği bu safhada
yeni yönetim tarafından 4811 sayılı Vergi Barışı Kanununun yararlanılarak
ihtilaftan vazgeçildiği, söz konusu tutarların ödenmemesi üzerine borçlu şirket
adına ödeme emirleri düzenlenerek tebliğ edildiği halde ödenmediği ve yapılan
takibin de sonuçsuz kaldığı, 1997 yılında yönetim kurulu başkanı olan davacı
adına, söz konusu vergi borçlarının tahsili için ödeme emri düzenlenip tebliğ edildiğinin
anlaşıldığı, bu durumda, borçlu şirketten tahsil imkanı kalmayan vergi borcunun
ait olduğu dönemde kanuni temsilci olan davacı adına, 213 sayılı Vergi Usul
Kanununun 10. maddesi uyarınca düzenlenen ödeme emirlerinde isabetsizlik
görülmediği” gerekçesiyle reddetmiş, karar davacı mükellef tarafından “fiilen
işleri kendisinin yürütmediği, 1998 yılında hisse devri ile yönetim kurulundan
ayrıldığı, yeni yönetimin 2002 yılında tarh edilen vergi ve cezalar için 4811
sayılı Vergi Barışı Kanununun yararlandığı” savıyla
temyiz edilmiş, Danıştay 9. Daire davacı mükellefin temyizini kabul ederek, “Anılan
Kanunda, tüzel kişilerin vergilendirme ödevlerinin tüzel kişiliği temsile
yetkili olanlar tarafından yerine getirilmesini zorunlu kılmıştır.
Temsilcilerin, temsil ettikleri tüzel kişilerin vergilendirme ödevlerini yerine
getirmemeleri nedeniyle bir vergi ve vergiye bağlı borç doğmuşsa, bu borç
öncelikle tüzel kişiliğin malvarlığından tahsil edilir. Ancak temsilcinin sorumluluğuna
gidilebilmesi için temsilcinin üzerine düşen vergilendirme ödevlerini yerine getirmemesinden
kaynaklanması gerekmektedir.
Olayda, davacının kanuni temsilci olduğu
1997/Ocak-Şubat dönemlerine ait olan ancak, 17.08.1998 tarihinde davacının
kanuni temsilcilikten ayrılması ve yeni kanuni temsilcilerin aynı tarihte
Ticaret Sicili Gazetesinde tescil edilmesinden sonra, 2002 yılında yapılan
vergi incelemesi sonucu tarh edilen ve dava konusu edildiği safhada yeni kanuni
temsilciler tarafından 4811 sayılı Vergi Barışı Kanununun yararlanılıp
ödenmeyerek kesinleşen kamu alacağından, söz konusu Kanundan yararlan, ancak bu
Kanunun gereğini yerine getirmeyen, başka bir anlatımla, kendi fiilleri ile
oluşan yeni hukuki durumun gereğini yerine getirmeyen yeni kanuni temsilcilerin
sorumlu tutulması gerekmekte olup, söz konusu vergi borçlarından artık
davacının sorumlu tutulması mümkün değildir.
Bu durumda, davacının şirkete ait vergilendirme
ödevlerini yerine getirmemesinden doğan bir vergi borcunun varlığından söz edilemeyeceğinden,
dava konusu ödeme emirlerinde ve yazılı gerekçeyle davayı reddeden vergi
mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamıştır” gerekçesi ile Vergi Mahkemesi
kararını bozmuştur.
İndir